Cennetin Anahtarı Muhabbet

0
764
blank

blankDünya nüfusunun üçte biri müslüman; yani biz, yaklaşık iki milyar insan…
Tek olan Allah’a iman ediyoruz. Bütün peygamberlere imanla birlikte Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.’i son peygamber olarak kabul ediyoruz. Ne getirdiyse hepsine iman ediyoruz. Rasul-i Ekrem s.a.v.’in “İman etmedikçe cennete giremezsiniz.” dediğini hepimiz biliyoruz. Elhamdülillah iman ettik, cenneti ümit ediyoruz. Peki, Efendimiz s.a.v.’in bu mübarek sözlerinin hemen peşinden ifade buyurmuş olduğu hakikate aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz? İşte bunu iyi düşünmek lazım. Efendimiz s.a.v. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz.” diye başlayıp, sözlerine şöyle devam etmişti:
“Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız!”

İnanıyorsak Sevmemiz Lazım
İnananlar olarak birbirimizi seviyor muyuz? Ya da soruyu şöyle soralım: Yeteri kadar seviyor muyuz?
İşte bunu anlamak için yine Efendimiz s.a.v.’in yukarıdaki iki mübarek cümleden sonra söylediğini ne kadar uyguladığımıza bakmalıyız. Şöyle buyurmuştu:
“Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size işaret edeyim mi? Aranızda selamlaşmayı yayın.” (Müslim, İman 22)
Hepimiz cennete girmek ve oradaki nimetlerle birlikte, en büyük nimet olan Allah’ın cemalini seyretmek istiyoruz. Buna ulaşmak, iman etmekle mümkün. İman ettik diyoruz ama imanın hakikatine ulaşabilmiş miyiz? Bunu anlayabilmek için şöyle kendimizi bir yoklamalıyız. Kalbimize bakmalıyız. “Mümin kardeşlerimi seviyor muyum veya ne kadar seviyorum?” diye sormalıyız kendimize.
İnsan en kolay kendini kandırır. Sorumuza cevap ararken temennilerimizi gerçek zannedip yanılmak yerine sabit ölçülerle hareket etmek gerekir. Efendimiz s.a.v.’in bu konuda koyduğu ölçü de şudur:
“Sizden biriniz, kendisi için sevdiği bir şeyi mümin kardeşi için de sevmedikçe (tam manasıyla) iman etmiş olamaz.” (Buharî, İman 6)

Şimdi dürüstçe cevap verelim: Seviyor muyuz? Sevebiliyor muyuz?
Gönlümüz ne durumda?
Kardeşlerimizin derdiyle ne kadar dertleniyoruz?
Hakikaten bir ve beraber miyiz? Bir araya gelebiliyor muyuz?
Birlikte neyi paylaşıyoruz, güzellikler mi üretiyoruz, soğuk rüzgârlar mı esiyor aramızda?
Kardeşlerimizin Hakk’a ve hayra yönelmesine, yol almasına, şevkine ve heyecanına katkıda bulunabiliyor muyuz?
Müminler olarak aramızdaki bağlarla ilgili önemli eksiklerimiz olduğunu kabul etmeyen yoktur sanırız. Peki, çare nedir?

Selam, Bir Sihirli Kelime
Hz. Peygamber s.a.v. Efendi-miz’in aramızdaki sevginin anahtarı olarak tavsiye buyurduğu uygulamayı hatırlayalım en başta: Selamı yaymak…
Efendimiz s.a.v. ne buyurduysa ölçü odur. Selamı yaydığımızda Yüce Mevlâ aramıza sevgi koyacak, bir muhabbet ihsan edecek ki o muhabbet imanımızı olgunluğa erdirecek. Buna tereddütsüz iman etmemiz lazım. Kalpler Allah’ın kudret parmakları arasında. Selamı yayanların kalplerine sevgiyi ihsan edecek.
Tanıdığımıza tanımadığımıza selam vereceğiz ve selamı yayacağız. Ama usandırmadan, zamanı zemini kollayarak, zarafetle, selamın ne olduğunu bilerek…
Bu noktada selamın ne olduğunu, bizim için ne anlama geldiğini hatırlamakta yarar var.
“es-Selamü aleyküm” veya “selamün aleyküm” “size selam olsun” demek.
Selam veren kimse selam vermekle, 99 mübarek isminden biri de “es-Selam” olan Allah’ı zikretmiş olur. “es-Selam” ismi şerifi, her türlü beladan, musibetten, kötülükten koruyanın gerçek anlamda ve sadece Allah olduğunu ifade eder.
Selam veren kişi selam verdiği kimseye güzel bir dua etmiş olur. Bu duada; “bir ismi de Selâm olan Allah size ve bütün işlerinize kefil olsun; her türlü hayrı size ihsan eylesin ve bütün kötülüklerden sizi selamette tutsun” anlamı saklıdır.
Selam verdiği kişi “aleykümselam” diye karşılık verdiğinde ise onun da Allah’ı zikretmesine, kendisine dua etmesine ve bir zararının dokunmayacağını ilan etmesine vesile olur. Selam veren kişi, muhatabına kendisinden bir zarar gelmeyeceğini de bildirmiş olur.
Selam bir güven telkini, bir emniyet iklimidir. Yani insanlara bizden endişe etmemelerini, bizim tarafımızdan onlara hiçbir zarar gelmeyeceğini selam vererek ifade etmiş oluyoruz. Hz. Ebu Bekir r.a. buyurmuştur ki; “Selam yeryüzünde Allah’ın emanı, yani ihsan ettiği güveni, emniyetidir.” O halde selamı yaymak, güveni ve huzuru yaymak demektir.

Selamı Bize Devredenler
Sahabe-i Kiram bu anlayışa ve yaşayışa sahiptiler. Onlar Efendimizin muhabbet ikliminde selamı anladılar ve son nefeslerine kadar selamı yayarak yaşadılar. Birbirlerini sevdiler, birbirleri için mallarından, canlarından geçtiler. İmanın tadıyla yaşadılar, sonraki nesillere bu tadı yaşattılar. Yüce Mevlâ’nın rızasına ve Selam yurduna ulaştılar.
Bu anlayış Sahabe-i Kiram’dan günümüze, gönülden gönüle, hayattan hayata geçerek geldi. Bu anlayışı temsil eden gönül erleri, selamı anlamak, selamı yaşamak ve selam yurduna selametle ulaşmak isteyenlere rehberlik etti; muhabbeti elde etmenin yollarını öğretti.

Kalbinde Ne Varsa Sen O’sun
Derdi olan dermanını arar, yolunu şaşıran bir bilene sorar ya… İşte gönlünün derdine düşmüş birkaç kişi, zamanın maneviyat büyüğü Abdülhakim Hüseynî k.s.’ye hallerini arz etmişler. Demişler ki:
– Efendim, uzun zamandır ziyaretinize gelip gidiyoruz. Yanınızdayken halimizde bir düzelme oluyor. Sizden ayrıldıktan sonra, memlekete döndüğümüzde bu hal bir süre daha devam ediyor. Daha sonra halimizi muhafaza edemiyoruz. Bize ne buyurursunuz?
Hazret elini yumruk haline getirerek şöyle buyurur:
– İnsanın kalbi bu yumruk kadardır. Bunun içinde Allah muhabbeti olması lazımdır.
Sonra orada yanan ışığı göstererek sözlerine şöyle devam eder:
– Şu anda ışık yanıyor, etraf aydınlık. Bu ışık sönerse etraf karanlık olacak. Aynı anda hem ışık, hem karanlık olmaz. Kalbin durumu da böyledir. Onun içinde Allah muhabbeti olması lazımdır. Allah muhabbeti yoksa başka şeyler vardır. Başka şeyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez. Allah muhabbetini elde etmek için de şu dört şeye devam etmek gerekir: Mürşidi ziyaret, mürşid sohbeti, rabıta, vird…

Eksilen Şeyler mi Var?
Manevi ilim sahibi Allah dostları gönül doktorlarıdır. Nice hasta gönüller, onların ilaçlarıyla derman bulmuştur. Doktora ve ilaca güvenmek, tedavinin başıdır.
“Eski muhabbetler kalmadı..” “Ah ne günlerdi o günler!” gibi ifadelerle muhabbetsizlikten yakınan birçok kardeşimiz var. Demek ki muhabbetin eksikliğini hissediyorlar. O zaman şöyle bir düşünelim:
Allah, eskiden de, şimdi de, gelecekte de kullarına lütuflarda bulunur. Önceden muhabbeti veren Allah şimdi de verir. Halihazırda muhabbetli nice kardeşlerimiz var.
Yüce Mevlâ, acizliğinin farkına varan, muhtaç olduğunu hisseden ve tevbe eden kuluna merhamet eder, kalbine muhabbetini koyar. O kul bu muhabbet ile bütün müminleri sever ve hayırlarda yarışır.
Ama bu muhabbeti kalpte korumak, hatta çoğaltmak gerekir. Bu manevi bir sermayedir. Bu da ancak maneviyat rehberlerinin tavsiyelerine uymakla mümkündür.

Hayata Muhabbet Tadı
Abdülhakim Hüseynî k.s. Hazretleri’nin yukarıdaki sohbetini esas alarak, hayatımızı manevi muhabbetle tatlandırmak, kardeşlik ruhunu diriltmek için önceliklerimizi şöyle sıralamamız mümkün:
Allah’ın samimi bir kulu ve Efendimiz s.a.v.’in sadık bir ümmeti olan, O’nun sünnetini adım adım takip etmeye çalışan bir gönül eriyle dostluk kurmak. Onunla birlikte tevbe etmek, böylece bir milat, bir başlangıç yapmak…
Şefkat nazarıyla kalbimizi ve yolumuzu aydınlatacak böyle bir Allah dostunu hayatımızdaki en büyük nimet olarak kabul etmek, Allah’ın en büyük ikramı olduğunu bilmek.
Onu sık sık ziyaret ederek, gıyabında da gönül bağı demek olan manevi rabıta ile yakınlığımızı pekiştirmek.
Tevbeyi hayat tarzı haline getirmek. Her günü, her hatırlayışı, her unutuşu tevbe vesilesi görmek, böylece gerçekten özür dileyebilen insan olmaya çalışmak.
Etrafımızda bulunan insanları da bu muhabbet sofrasına davet etmek, onların da tevbe etmelerine vesile olmaya çalışmak.
Bizim, her şeyimizin sahibi olan Yüce Allah’ı hep hatırlamak, her adımda O’nu hesaba katmak, O’nun hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmak için sürekli zikri hayatın merkezine yerleştirmek. Üstlendiğimiz günlük virdi aksatmamak.
Bu hassasiyetle yaşayan kardeşlerimizle beraber bir sohbet ağı oluşturmak.
Dostluklarımızı, arkadaşlıklarımızı, derneklerimizi, heyetlerimizi bu önceliklerin asla göz ardı edilmediği bir çerçevede tutmak…
Gönül erleri, kalpleri manevi muhabbetle dirilten reçeteyi asırlardır böyle uygulamışlardır. Biz de bu hususları günlük yaşantımızın öncelikleri haline getirdiğimiz takdirde Allah’ın izniyle hayırlı geçmişimizin yolundan gitmiş oluruz. Selamı anlamış ve onu hakkıyla yayabilmiş olanların halini yaşarız.
Selam yurdu olan cennette Selâm olanın cemaliyle şereflenebilme duasıyla…

Ne Diyorlar?

Hz. Ömer r.a.’ın Oğlu Abdullah:
“Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceyi ibadetle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda infak etsem ve bu hal üzere ölsem… Fakat gönlümde Allah’a itaat edenlere karşı bir sevgi, O’na isyan edenlere karşı da bir buğz olmasa, bütün bu yaptıklarımdan bir fayda göremem.”

Ebu Talib el-Mekkî k.s. (10. yy):
“Kim Allah rızası için kardeş olmanın faziletini ve böyle bir sevginin derecesini iyice anlamışsa kardeşinin hallerine sabreder, ona teşekkür eder, yumuşak davranır, verdiği sıkıntılara tahammül eder. Tıpkı kıymetli bir şeyi isteyen kimsenin, onu elde etmek için en değerli şeylerini o uğurda harcaması gerektiği gibi…”

İmam-ı Rabbanî k.s. (17. yy):
“Allah Tealâ bu yolun büyüklerine olan muhabbetinizi artırsın. Bu sevgiyi dünya ve ahiret saadetinin sermayesi bilin! Bu sevginizin artması için Allah Tealâ’ya
dua edin! Bu sevgi, insanın İslâmiyet’e uymasını kolaylaştırır. Kalbin her an Allah Tealâ ile olması bu sevgi ile elde edilir. Eğer dünyanın bütün sıkıntılarını, karanlıklarını ve lekelerini kalbe doldursalar, bu sevgi varsa, hiç üzülmemelidir. Ümitli
olmalıdır. Eğer kalbe dağlar gibi manevi haller ve nurlar yağdırsalar, fakat bu sevgi kıl kadar azalsa, bunları felaket bilmelidir ve istidraç olduğunu anlamalıdır.
Buna sıkı yapışın, sonra işinize bakın! Kıymetli ömrü lüzumsuz şeylerle boş yere geçirmeyin.”

İmam Gazalî rh.a. (11. yy):
“Dostluk güzel huyun meyvesidir. Ayrılık ise kötü huyun neticesidir. Allah için sevmek ve din uğrunda kardeş olmak, Allah’a yakınlığın en faziletlisi ve ibadetlerin en güzelidir.”

Mücahid b. Cübeyr k.s. (8. yy):
“Allah için sevenler güler yüz ve tatlı sözle buluştukları zaman, günahları sonbahar yaprakları gibi dökülür.”

Efendimiz’in Dilinden

Mümin Kalbin Hali

“Üç şey var ki müslüman bir kimsenin kalbi onlarda hile yapmaz. Bunlar:
Allah için amelde ihlâslı olmak.
Önündeki lidere karşı sadık ve samimi davranmak.
Cemaate sımsıkı sarılmak…
Şüphesiz müminlerin (birbirlerine yaptıkları) duaları onları destekler.”

Allah’ın Dostları

“Kıyamet günü Arş-ı Azam’ın etrafında bir takım insanlar için kürsüler kurulacak. Onların yüzleri ayın ondördü gibi parlayacak. İnsanlar feryat ederken onlar sakin olurlar, insanlar korkarken onlar korkmazlar. Onlar Allah’ın korku ve kederleri olmayan gerçek dostlarıdır.” Bu sözleri üzerine kendisine “Onlar kimler ey Allah Rasulü?” diye sorulunca şöyle cevap verdiler: “Onlar Allah için birbirini sevenlerdir.”

Allah’ın Sevgisi

“Allah Tealâ buyuruyor ki: Benim için birbirini seven, birbirini ziyaret eden, birbirine bol bol ihsan eden ve yardımda bulunanlara sevgim hak oldu.”

İki El Gibi

“Birbirini Allah için seven iki kardeşin buluşması, biri diğerini yıkayan iki el gibidir. Ne zaman böyle iki mümin bir araya gese, Allah Tealâ birini diğerinden faydalandırır.”
En Büyük Kötülük “Mümin kişiye kötülük olarak, din kardeşine hakarette bulunması yeter.”

Sohbetin Meyveleri

Şehabeddin Sühreverdî k.s. (12. yy):
“Sohbet, insanın iç aleminin gözeneklerini açar. Sohbetle insan, hadiselerin hakikatini kavrar.
Belanın ne olduğunu ona uğrayan bilir, denmiştir. İnsanın iç dünyasının kuvvet kazanması, ilminin sağlam olmasıyla mümkün olur. Sadakatinin kuvvet kazanması ise, onun bir takım bela ve musibetlerle karşılaşması ve hadiselerden imanla çıkmasıyla mümkün olur.
Bütün bunlar sohbetle, dostlukla, dayanışma ve yardımlaşma ile meydana gelir. Bunlarla gönlün kuvvetleri güç kazanır, ruhlar huzur ve sükun bulur. Allah’a yönelmenin yolunu bulur ve O’na yönelir.
Bunun örneği seslerde görülür. Sesler biraraya gelip birleşince daha gür olarak çıkar ve etraftaki engelleri aşar ve yayılır.”

Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî k.s. (19. yy):
“Sohbetin üç faydası vardır. Birincisi, hayır ehli kişilerle sohbette bulunmak, Hak yolcusunu eski haline dönmekten ve tembellikten alıkoyar, onu kötülük işlemekten uzaklaştırır. Kötülüklerden uzaklaşmak onu kötülük işlemekten kurtarır. İtaate yakın olmak ise nefse hakim olmaya götürür. Böylece, sohbetin bereketi ve ruhaniyetin kuvveti, Hak yolcusunun işlerini kolaylaştırır.
İkincisi, kalplerin anlaşılması sadece sohbetle mümkün olur. Sohbetin tadını alan ve sohbetle hallenen kimseye başkaları tesir edemez. Huy, farkına varmadan diğer huyun tesiri altında kalır. Kişi dostunun dini üzeredir, mümin müminin aynasıdır. Aynada görülenler, o aynaya bakanların da görüntüsüdür. Bunun için Şazelî ve Nakşibendîler sohbete çok önem verirler. Biliniz ki, iki kişi arasında sohbeti çeken şey, ortak hisler ve mensubiyettir. İnsanların bazıları kendilerini bazı insanlara yakın hissederler. Yani her topluluk kendisine bir sohbet halkası kurar.
Üçüncüsü, Hak yolcusu kendi nefsiyle de imtihan edilmektedir. Kendi başına kaldığı zaman şeytanın bir takım hayal, kuruntu ve bâtıl itikatlarla onu kandırması çok kolay olur. Bu kandırma yolları bozuk düşünceler, tembellik, hile, kudret, din dışılık, istidraç türü şeyler de olabilir. Şeytan, bütün bunları kişinin önüne atarak, bunları ona doğruymuş gibi gösterebilir. Bunun içindir ki, Hak yolcusunun mutlaka bir mürşidi olmalıdır. Ancak o zaman bu düşük hallerden kurtulup doğruyu bulabilir.”

Abdülkadir Geylânî k.s. (11. yy):
“Kişinin kardeşleriyle sohbeti, kardeşlerini kendine tercih etmek, cömertlik ve mertlik göstermek, onları bağışlamak ve hizmet şartıyla… Yani hiç kimse üzerinde hak iddia etmeden, hiç kimseden hak istemeden ve herkesin üzerinde hakkı olduğunu düşünerek onlarla bir arada bulunmak demektir.
Dedikleri ve yaptıkları şeylerde onlara uygun tavır göstermek, kendi aleyhine de olsa daima onlarla birlikte bulunmak, sofi kardeşleriyle sohbet etmenin edeplerindendir.
Onların lehinde mazeret gösterir, onları mazur görür. Onlara muhalefet etmeyi, onlardan uzaklaşmayı, onlarla mücadele etmeyi ve sert davranmayı terk eder. Ayıplarını görmezden gelir.
Kardeşlerinin kalplerindeki sevgiyi kaybetmemeli ve onların istemedikleri şeyleri yapmaktan daima kaçınmalıdır.
Kardeşlerden biri ona gücenecek olsa, dargınlığının sona ermesi için ona iyi davranmalı, dargınlığı bitmediği takdirde bu dargınlık sona erinceye kadar ona ihsanını artırmalı ve iyi davranışını devam ettirmelidir.”

Mehmet IŞIK • Şubat 2008
Semerkand Dergisi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.