Eksik Hesap

0
748
blank

blankAnlatılır ki, Bostan ve Gülistan adlı eserin yazarı Sadi, kitabının ilk nüshasını okutmak üzere Mevlana’ya gider. Büyük bir heyecanla Mevlana’nın kendi satırlarına değen gözlerini izler. Sonunda Sadi’ye döner Mevlana. Üzgün bir yüzle, “pek tuzsuz bu…” der.
Eserinin beğenilmediğini düşünen Sadi bir anda yıkılır. Ümitlerinin hepsi Mevlana’nın buza çalan yüzünde parçalanır. Ancak, çok geçmeden Mevlana’nın yüzünde tatlı bir tebessüm belirir. Sadi’nin göğsünde tüm baharların çiçeklerini açtıracak bir tebessümdür bu… Meğer ki, Mevlana cümlesini henüz tamamlamamıştır; kasıtlı olarak hemen söylemediği son kelimenin eşiğinde Sadi’nin kalbini sınamıştır. “….helva!” diye tamamlar cümlesini Mevlana. Başından beri “pek tuzsuz bu helva!” demeye niyetlenmiştir..

Tuzun eksikliği helva için eksiklik değil, kemaldir, tamamlanmışlıktır. Tuzun ilave edilmesi helvayı eksiltir, tatsız yapar.

Yaptığının helva olduğunu biliyorsan, tuzunun eksikliğini eksiklik görmemen gerektir. İnsan çoğu kere neyi pişirdiğini fark etmeyebiliyor. İçinde yaşadığı anda, peşinde koştuğu işte, özlemini çektiği şeyde, hep bir tuz açlığı çekiyor. Geminin nereye gittiğini bir türlü göremeyen, neyi niye taşıdığını bilmeyen bir tayfa gibi, makine dairesinin en alt katlarında koşturup duruyoruz. Ufuktan habersiz, denize ilgisiz, limandan gafiliz. Kader ile ilişkimiz böyledir işte.. Kendimize düşeni yapıyoruz; doğru bildiğimizde ısrar ediyoruz, arzu ettiklerimizin ardına düşüyoruz. An’ın içinde duruyoruz. “Bugün”ün sonrasına adım atamıyoruz. Sonrasını hesap edemiyoruz, ötesine müdahale edemiyoruz. Eksiğimiz için üzülüyoruz. Erişemediklerimize ağlıyoruz. Kaybettiklerimize yanıyoruz. Fazla olanlara seviniyoruz. Biriktirdiklerimizle mutlu oluyoruz. Yanımızda kalanlarla avunuyoruz.

Kaderde bizim için neyin pişirildiğini biliyor muyuz? Pişirilen “helva” ise, ona tuz katarak, “helva”nın tadını bozuyor olamaz mıyız? Eksiğimizi tamamlanmışlığa sayan, kusurlarımızı kemal vesilemiz eyleyen bir takdirin kollarında, ille de “tuza kanmak” mı gerek? Eksiğimiz tamamlıyor olamaz mı bizi? Kusurumuz yüceltiyor olamaz mı bizi? Utancımız aklıyor olamaz mı bizi?

Bizim bilmediğimizi bilen, bize bilmediğimizi bildiren bir Rabb-i Rahim’in bize hazırladığı helva tadındaki hayatın nice “eksileri” vardır ki, hepsi de hesaba gelmez “artı değer”ler katar hayatımıza.

Gözümüzün üçüncüsü eksiktir kafamızda. İki göz üç gözden daha tamdır çünkü. Gözümüz hepten eksik olduğunda, bir gözümüzün bile olması ihtimali bize gereksiz gelirdi. Çünkü gözü olmayan göremez. Gözü olmayan görmesi gerektiğini de göremez. Işığa hiç bakmayan karanlığa kolayca ve hemencecik razı olur. Görmesi gerektiği bir gözü olduğuna kör olur. Oysa, bizi, biz kendimizi görmezken bizim kendimize körlüğümüzü de gören, biz görmemiz gerektiğini görmezken, bizim görmemiz gerektiğini gören bir Halık-ı Kerim gördü… İki göz verdi bize. Sadece iki göz… Üç değil, dört hiç değil, beş asla! Eğer, biz görmemiz gerektiğini görüyor olsaydık, gözlerimiz olması gerektiğini düşünecek kadar açık göz olsaydık, ihtimal ki iki göze kanaat etmeyecektik. Çok göz isteyecektik, çok! Kıskanılacak kadar fazla gözlerimiz olsun diye yanıp tutuşacaktık. “Herkeste iki ise bende üç olmalı!” diye tutturacaktık. Ve ne kadar da eksik olacaktık….

Elimizde altıncı parmağımız eksik. Bedenimizde üçüncü kolumuz eksik. Yüzümüzde sadece bir burnumuz var. Ağzımızda sadece bir dilimiz var. Üçüncü dudağımız, üçüncü damağımız eksik. Şükür ki eksik…. Bu eksiler sayesinde ki yüzümüzün estetiği tamam oluyor.

Kromozom sayılarımız da eksik. Sadece 46 tane.. Kırk yedinci kromozomumuz eksik… Şükür ki öyle.. Aramızda zeka eksikliği ile gezen kimi Mongol hastalarının bir kromozomu fazladır. “Trisomi 21” diye anılıyor onlar.. Yani, 21 no’lu kromozomları bizimkilerden biraz daha uzun, biraz daha fazla…

Serveti fazla olanlar da var aramızda… Parası hiçbir zaman hiçbir şey için eksik olmamış olanlar da var.. Ama söyler misin, her şeye her zaman para çıkıştırabilenlerin hangisi, borç harç aldığı elbisenin son taksidini ödediği günün akşamındaki eşsiz huzuru yaşayabilir? Oyuncakçı dükkanının vitrin camında kirli ellerinin izini bırakan çocuk kadar eksiğin ve hasretin olmamışsa, hangi bilyenin parıltısına bir ömürlük mutluluk kondurabilir, hangi defolu oyuncak arabanın bagajına sonsuz sevinç yumağı bindirebilirsin?

Ömrümüz eksik… Hiç olmazsa, bir kaplumbağa ayrıcalığı ile kucaklayıverseydik ya en az iki yüzyılı… Ortalama 60 yıllık ömrü eksik bırakarak, “üstü kalsın” deyip eksilenler de var aramızdan.. “Hayatının baharı”nı “sonbahar”ına bitiştirmeden gidenler.. Mevsimleri yarım bırakanlar.. Günü akşam edemeyenler.. Geceyi sabaha kavuşturamayanlar… Okulunu tamamlayamayanlar.. Tezkeresini alamayanlar…

Masumiyetimiz de eksik mesela… Melek değiliz.. Günahsızlığın billur kasesini düşürdük elimizden.. Kırdık.. Eksildik. Günahımızı kabarttık. Sevabımız eksik kaldı. Ümidimiz tam değil… Hesap günü “tuzu kuru” olanlardan değiliz; bu kesin! Yaşarttığımız tuzlar için hesaba çekileceğiz…

Niye ki?

Gafur-u Rahim, bizi af sofrasına buyur ederken, sevapça eksik olmamızı diliyor, bağışlanmaya acıkmamızı istiyor da ondan… “Ben hak ettim!” kibrindense, “Hata ettim, bağışlanmamı dilerim.” mahcubiyetini daha çok seviyor da ondan..

O bağış sofrasının doyumsuz helvasına “Ben masumum!” tuzu katmamıza izin vermiyor…

SENAİ DEMİRCİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.